Neden ben değil de o? Benim neyim eksik?

Bazılarının elde ettiği başarıları ve yakaladıkları fırsatları duyduğunuzda “Neden ben değil de o? Benim neyim eksik?” cümleleri karabasan gibi zihninizde dolanmaya başlayabilir. Usul usul gezen bu düşünceler daha sonrasında zihninizi kaplayabilir. Artık başarılı olmasının açıklaması söz konusu kişiye kati surette bağlı değildir! Şansla, imkanlarla, fırsatlarla, dayılarla, amcalarla ilgilidir. Dengede giden bir ilişki, başarı geldiğinde asimetrik bir hal alabilir. Muhatabınızın sizden bir ya da birkaç adım önde olduğunu içten içe düşünmeye başlayabilirsiniz. Artık sizden “üstündür”. Bu bakış açısı sebebiyle var olan başarının hoş duygular vermesi imkansızlaşır. Eleştirel sesinizin ardı arkası gelmeyen, başkaları ile kendinizi kıyaslama şekli acı vericidir. Hatta kendinize acıma, kendinizi suçlama vardır. Eleştirel sesiniz ve eleştirel sesinizin etkisiyle var olan duygu ne takdir ne de gıpta etmektir. Kıskançlığın daha yoğun olduğu, başkasının başarısının ve başarısının sonuçlarının yok olmasını isteme halidir, hasettir. Haset, iki açıdan sorun teşkil eder.

Renk körlüğü ve empati

Başkalarının başarıları acı verici olursa, doğal olarak, “başkalarının başarılarını görmek istemiyorum” diyebilirsiniz. Bu naif bir “kendini acıdan koruma” şekildir. Kendinizi “sadece ve yalnızca” bu şekilde korumanız, daha sonrasında, “başkalarının başarılarını artık görmediğiniz/göremediğiniz” görme kaybına sebep olabilir. Renk körü olduğunu bilmeyen biri, başkalarının da dünyayı kendisinin gördüğü gibi gördüğünü zanneder. Başkaları sizin başarılarınızdan “mutlu” olduklarını söylediklerinde de, takdir sözlerine inanamazsınız. Dolayısıyla hem başkalarının başarılarından “mutlu” olamıyor hem de size gelen “güzel sözlerin” hazzını yaşayamıyor olacaksınız. Eğer kişi renk körü olduğunu “fark ederse” başkalarının dünyayı başka gördüğünü anlayabilir. Ve hatta nasıl gördükleri hakkında fikir sahibi olabilir.


“Bir kalbiniz vardır; onu hatırlayınız.”

Başkalarının başarılarını kıskandığınızı kendinize dahi itiraf etmek oldukça zor. Tüm duygular gibi kıskanmak da insani bir duygu. İnsani yanınızı görmek ve kabul etmek kimi zaman güç olabilir. Zarif şair Cahit Zarifoğlu’nun sözleriyle söylersek “Bir kalbiniz vardır; onu hatırlayınız.” Kendinize yakıştıramadığınız duygularla karşılaştığınızda “insani” yanınızı anımsamanız ve duygularında “insani” olduğunu hatırlamanız faydalı olacaktır.


Teşekkür ederim.

Başkalarının başarılarından “mutlu” olamadığınızdan mutsuz, hem de size gelen “güzel sözler”i kabul edip, o hazzı yaşamaktan mahrum eder. Birbirini etkileyen tetikleyen bir süreçten bahsediyoruz. Yapılabilecekler öncelikle iltifatlara izin vermek ve bu güzel sözler adına “teşekkür ederim” diyebilmek ve başkalarının başarılarında da tebriklerinizi sunabilmek ilk adımlar olabilir. Belki zaten söylediğiniz şeylerdir. Söylüyor olmanıza rağmen “mutlu” olmanızı engelleyen ne olabilir? Eleştirel iç sesiniz, bazen yüksek sesle, bazen de fısıltılarla konuşmaya devam ediyor olabilir.

Eleştirel iç sesinizi susturmaktan bahsetmiyorum, fakat eleştirel iç sesisiniz konuşmaya başladığında panzehir olarak kendinize de teşekkür edebilmeniz ve tebrikler sunmanız işe yarayacaktır. Eleştirel iç sesinizi bastırmak için yüksek sesle “en iyisi sensin”ler o anlık işe yarıyor gibi gözükse de uzun vadede olası bir aksilikte ya da başkalarının başarılarını gördüğünüzde “E hani en iyi bendim? Demek ki iyi değilim” çıkarımlarıyla karşılaşmanız demektir ki daha derin olumsuz etkileri olacağı malum.


İçim bana ne söylüyor?

“Neden ben değil de o? Benim neyim eksik?” Sorularının altında yatan kendinizle ilgili inandığınız olumsuz cevaplar (yetersizim, şanssızım, başarısızım vb.) yatıyor olabilir. Önce bu olumsuz ve işlevsiz inanışları teşhis etmek, çözmek için başlangıç noktası olacaktır.

Eleştirel iç sesi susturmaktan bahsetmiyorum. Keşfetmek, tanımak ve öğrenmekten bahsediyorum. Bu adımlar eleştirel sesinize müdahale edebilme fırsatına kapı aralar. Kendinizi şefkatle dinleyebilmeniz dileğimle…



27 Kasım 2017

İstanbul

Son Yazılar