“Geçmişimin bana neler hazırladığını bilmiyorum” (Abdülhak Ebî Reydâ)
“Geleceğiminde.”
Cafcaflı bir kelime olarak karşımıza çıkan anksiyete kavramı endişe anlamına gelir. Deneyimlediğimiz kaygı, korku, gerilim ve sıkıntı halinin kendisidir. (1) Tehlike karşısında, tehlikenin gelebileceği dış ortama uyum sağlamak için ortaya çıkartılan koruyucu bir tepkidir. Bu koruyucu tepki durumuna geçebilmek ve tehlikeye karşı hazırlanabilmek adına bireyde bir takım bedensel değişiklikler gözlenir. Kalp atım hızı, nefes alıp verme ve kas gerginliği artar; terleme ve ağız kuruluğu olabilir; kan basıncı yükselir.Tüm bu değişiklikler organizmanın ani tehlike karşısında gösterdiği ‘savaş-kaç’ ilkesinin devrede olduğunu gösterir. Bu anlamda anksiyete ya da endişe organizmanın hissettiği bir tehlike algısı sonucu devreye soktuğu doğal bir tepki olarak düşünülebilir.
“Anksiyetem geldi!” cümlesinde absürt şekilde gösteriş havası olsa da, herkesin kendine özgü kaygılarını ifade etmek için kullanabileceği bir kalıp olabilir. Herkes kendisinin ve yakınlarının sağlık durumundan, geleceğe dair beklentilerinin gerçekleşme ihtimalinden, sosyal ortamlardaki hal ve hareketlerinin uygunluğundan ve daha aklınıza gelebilecek pek çok şeyden dolayı endişe duyabilir. Kaygılı olmak kişilerin hasta oldukları anlamına gelmez, tam aksi sağlıklı oldukları anlamındadır. Bir tehlike karşısında kaygı tepkisi vermek sağlıklı olduğumuzun bir göstergesidir. Anksiyete herkesin yaşadığı bir duygudur. Ancak kontrol dışına çıkıp bireyin iş, sosyal ve özel yaşamında işlevselliğini bozduğu zaman anormal bir duruma yani bir anksiyete bozukluğuna dönüşür.
Bu sorunun cevabını şu örnekle açıklayabiliriz: kişinin, kış mevsiminde iş gezisi için Erzurum’a yapacağı bir yolculuk öncesinde “soğuk algınlığı yaşayabilirim.” kaygısıyla soğuktan koruyacağını düşündüğü kışlık kıyafetlerini yanına alması beklenilen bir durum olur. Fakat kişi, yaz mevsiminde Antalya’ya tatile gitmek için hazırlanırken “soğuk algınlığı yaşayabilirim.” kaygısına kapılır ve önlem alabilmek adına, soğuk algınlığından koruyacağını düşündüğü kıyafetlerini yanına alırsa kişinin kaygıyı kontrol edemediğini söyleyebiliriz. Anksiyete bozukluklarında, tehlike gerçek olmaktan çok düşünseldir ve kaygı duyulan etkene verilen tepki ve önlem abartılı düzeydedir. Bu süreçten sonra anksiyete tepkisi koruyucu bir tepki olmaktan çıkar; çıkılmaz döngüler ortaya çıkmasına ve artarak devam etmesine sebep olur. Sürekli “savaş-kaç” alarm durumunda hayatına devam etmek durumunda kalan birey, kendisini, karşılaşacağını düşündüğü tehlikelere önlem almaya adar. Anksiyete oluşturan durumlardan kaçmak, kaçınmak ve bu durumlar için korunma yöntemleri geliştirmek önlem almak adına yapılır. Fakat durum tam aksi yönde seyreder. İşlevsel olmayan bu davranış ve düşünce kalıpları gerçekçi bir korku olmadığını görme ihtimalini ortadan kaldırır. Ve anksiyete durumunu besler.
Tehlikeli ya da kaygı uyandıran durumlar karşısında terleme, titreme, çarpıntı, mide bulantısı, baş dönmesi vs. gibi bedensel belirtiler görülebilir. Duygusal açıdan ise iç sıkıntısı, korku ve panik hissine neden olur. Tehlikeli duruma uyum sağlamak ve bedenin kendisini ‘savaş-kaç’ moduna hazırlaması için bu değişimler gerçekleşir. Fakat kişi bu değişimleri tepki olarak değil, tehlikenin habercisi olarak yorumlamaya başlar. Ve her tehlike algısı olduğunda kaygı tepkisi ve her kaygı tepkisi ortaya çıktığında tehlike algısı büyüyerek devam eder.
Yaygın anksiyete bozukluğu, kişinin, hemen her gün ortaya çıkan, birçok olay ve etkinlik hakkında aşırı kaygı ve üzüntü duyması ve bunun altı aydan uzun sürmesi durumudur. Yaygın anksiyete bozukluğunda kişi, olabilecek şeyler hakkında endişe ve üzüntü duymaktadır ancak bunların gerçekte olabileceğine ilişkin bir neden yoktur. Bir yıllık görülme sıklığı %3, yaşam boyu görülme sıklığı ise %4-6 olarak bulunmuştur. Kadınlarda görülme sıklığı erkeklerden fazladır. Kliniklerde Yaygın anksiyete bozukluğu tanısı konanların %55-60’ı kadındır. Epidemiyolojik çalışmalarda erkek/kadın oranı yaklaşık 2/3’tür. (2)
Yaygın anksiyete bozukluğunda hem bedensel hem de ruhsal belirtiler belirgindir. Hastalar artmış kaygı ve bununla ilişkili bazı düşünceler geliştirirler. Kaygının yaratmış olduğu fiziksel belirtiler zamanla klinik tabloya yerleşir. Kaygının sürekli olması kaslarda gerginliğe neden olur. Bu etkilenmeye bağlı olarak bir çok bedensel yakınma ortaya çıkar: Ağız kuruluğu, gastrik yakınmalar, geğirme, bulantı, kusma, göğüste baskı, soluk alma güçlüğü, çarpıntı, göğüs ağrısı, sık idrara çıkma, sertleşme sorunları, adet düzensizlikleri, kulak çınlaması, titreme, baş dönmesi, bulanık görme. Ayrıca uyku bozuklukları ve unutkanlık en çok dile gelen yakınmalardan biridir. (3)
Anksiyete bozukluğu altında toplanan bir grup kaygı bozukluğu tehlike algısı oluşturan uyaranların farklılaşmasına göre çeşitlilik göstermektedir. Mesela; fobilerde belirli bir durum, nesne ve fonksiyondan; panik atak için bedensel duyumlardan; sosyal fobilerde sosyal ortamlarda olumsuz sosyal yargılardan korkarlar.Yaygın anksiyete de tehlike algısı ortaya çıkaran uyaran “belirsizliktir”. (4)
Tehlike arz eden uyaranlar bakımından yaygın anksiyete diğer anksiyete bozukluklarına göre daha girift ve çıkılmaz bir hal alır. Diğer anksiyete bozuklukları için uyaranlar daha belirgin ve somuttur. Tehlikeli olduğu düşünülen durum kaygı uyandırmaktadır. Yaygın anksiyete bozukluğunda uyaran daha belirsiz ve soyuttur. Tehlikeli olma ihtimali, tehlikenin kendisidir. Ve bu ihtimal her zaman vardır.
Bireyin her durumda her şeyden kaygı duyduğunu söyleyemeyiz. Belirsizlik ve bilinmezlik oluşturan durumlarda anksiyete seviyesi yükselir. Anksiyete her yerde değil, belirsiz olduğu düşünülen durumlardadır. Gelecek bir çok olasılıkla beklerken, kişi için bu durum yeni deneyimler değil yeni tehlikeler demektir. Bu durum karşısında kişinin bilişsel süreci şöyledir: önce en kötü senaryolar tasarımlanır. En kötüye hazırlıklı olunursa daha kötü olabilecek şeylerin üstesinden gelinebileceği düşünülür. Eğer tehlikeler belirli hale getirilebilinirse önlem alınabilir ve düşünülen zarar oluşmadan kişi kendisini koruyabilir. Bu düşünce tarzının oluşumu bireyin çocukluk döneminde ebeveynleri tarafından öğretilen tehlike algısıyla doğrudan ilişkilidir. “Dış dünyanın” tamamını potansiyel bir tehlike olarak aktaran ebeveyn, çocuğuna “her zaman en kötüsüne hazırlıklı olmanın” faydalı olacağı inancını yerleştirdiği tahmininde bulunabiliriz. Her zaman en kötüye hazırlıklı olmayı öğrenmiş olan çocuk, yetişkinliğinde de belirsizliği ortadan kaldırmak adına “olası” olduğunu düşündüğü tehlikeler kurgulamaya devam eder. Ve olası senaryolar için önlem davranışları geliştirmeye başlar. Bu önlem davranışlarının tamamı olası olumsuz olaylara hazırlık için düşünülür. Düşünülen senaryo kişi için ne denli olma ihtimali yüksek olarak algılanıyorsa; bu duruma yönelik kaçma, kaçınma ve önlem alma davranışlarının sıklığı da o denli artar. Bu sıklığın artma sebebi tehlike durumunu sıfır ihtimaline düşürmektir. Ne var ki bu imkansız bir görevdir. Klinik tabloda yaygın ankisyete çocuklukta başlar diyebiliriz. Fakat kişinin yardım isteği yetişkinlikte olur.
Diğer kaygı bozukluklarında olumsuz ve rahatsız edici düşünce istemsiz olarak gelirken, yaygın anksiyetede kişi olumsuz ve rahatsız edici düşünceleri isteyerek çağırır. Kişi belirsizlikle baş edebilmek için belirli hale getirme çabasında olduğundan, felaket senaryolarını kendi isteğiyle kurgular. Kendisi anksiyeteyi arttırır. Böylelikle belirsizliğin rahatsız ediciliğini tolere edebilmektedir. Fakat bu çaba geleceği ve bilinmeyeni belirli hale getirmekten çok, olası felaket senaryolarının çeşitliliğini ve kişinin hayatının başka alanlarında da en kötü senaryolar çizme sıklığını çoğaltır. Endişe düşünsel olarak yapılır. Bu durum kişiyle biliş ayrımına sebep olur. Artık aklından geçen her düşünceyi gerçekleşmiş gibi kabul etmeye başlar. Bu kabul sonucu yoğun bir korku duyar. sonrasında yoğun bir endişe gelir ve endişeyi ortadan kaldırmak için önlem alma girişimleri olur. Bilinmeyen geleceğin sadece felaketler getireceğine olan inançla önlem alma girişimlerine devam eden birey, gerçekçi bir korku olmadığını görme ihtimalini ortadan kaldırır. Böylelikle kısır döngü bozulmaz şekilde sürer.
Birey işlevsel olmayan önlem alma girişimlerine devam etmesine rağmen istemediği kötü olaylarla karşılaştığı zamanlarda “bunları yapıyorum, uyguluyorum; bu denli endişeleniyorum, endişem azalmıyor. Demek ki işe yaramıyor. Daha çok endişeleneceğim ve sonunda çıldıracağım” diye düşünmeye başlar.
Yaygın ankisyetenin kişinin hayatını kısıtladığı noktada çözüm yolları arayışı başlar. Artık rahatsız edici felaket senaryoları düşüncelerinden kurtulmak ister. Düşünmemeye çalışmak düşünceleri daha da yoğunlaştırmaya başlar. Olumsuz düşüncelerin yoğun olarak yaşanması karşılaşabileceği senaryoların artmasına ve önlem alması gerektiğini düşünmesine ve daha yoğun olarak tehlikeli olduğu düşünülen durumlardan kaçma, kaçınma ve önlem alma davranışları sergilemesine neden olur. Bunun sonucunda birey derin bir umutsuzluğa kapılır ve iyileşemeyeceğini düşünür.
Yaygın anksiyete deneyimi boyunca belirsizliğin rahatsız ediciliğini ortadan kaldırmak için çağrılan endişeli düşünce, kişi ile duyguları arasındaki bağın kopmasına sebeptir. Sadece olumsuz senaryo vardır. Olumsuz senaryo sonucu devam eden başka bir olumsuz senaryo, bağlantılı olarak devam eden başka bir olumsuz senaryo olarak süreç devam eder. Tehlikeli olduğu düşünülen olayın anlamlandırılmasında en son ne olur kısmı boyunca kişi duygularıyla iletişime geçmez. Duygularıyla yüzleşmek yoğun bir acı verir ve duygularla kişi arasına düşünceler girer. Bireyin duygularını tanımasına, tanımlamasına ve başkalarına ifade etmesine ihtiyacı vardır. Bu bağlamda duygularıyla bağ kurması felaket senaryolarına olan gereksinimini azaltacağını düşündürmektedir. Duygularını yaşamayla ve ifade etmeyle ilgili çizilen felaket senaryolarının da gerçekçi bir korku olmadığını görebilmek için fırsat yakalayacaktır.
Neden endişelenildiği anlaşıldığında kişinin kendisine yardım için neler yapılabileceği bulunabilir. Endişe, yaygın anksiyete süresince sağlıksız bir durum olarak yorumlanır. Endişe, bireyin kendisini olabilecek “gerçekçi” tehlikelere karşı hazırlanmasına yardımcı olan doğal bir alarm sistemidir. Herkesin endişelendiğini, kaygılandığını; benzer fiziksel, zihinsel ve duygusal belirtiler yaşadığını görebilmesi sağlanmalıdır. Bu semptomları yaşamakla “tehlike geliyor” yerine, “tehlikeye hazırlanıyorum” yorumunu yapabilmelidir. Endişenin faydaları konusunda psikoeğitimle bilgilendirilmelidir.
Kahraman Tazeoğlu’nun “uçmak düşmeyi göze almaktır.” dizesi bu ihtimalin hayatımız boyunca devam ettiğini özetler. Yaygın anksiyetede kişi bu gerçeği protesto eder ve kabul etmez. Gerçeği kabul etmek ve olan şeyle devam edebilmek düşüncesi alternatif düşünce olarak sunulur. Gerçeği reddetmekteki sebepleri de gözden geçirilmelidir. Gerçeği reddedişin altında hayatının üzerinde kontrol duygusunu sağlama çabası görülebilir. Kontrol etmeye çalışmanın da hayatının daha yaşanılabilir hale gelmesini sağlamak adına yapılmaya çalışıldığı düşünülebilir. Karşılaşılabilecek tehlikeleri önlemek konusunda “sınırlı” kontrol edebilme becerisine sahip olunduğu ve böyle olmasının da anı yaşamayı engellemediği terapide ele alınmalı ve kişinin deneyimlemesi sağlanmalıdır.
Psikoterapi; düşüncesel yanlış çıkarımların, varsayımların, kötü senaryoların, yerleşik inançla ilgili düşüncelerinin yerine olumlu düşünceler ve senaryolar kurgulamayı, problem odaklı olumlu başa çıkma yollarını kullanmayı, olumsuz otomatik düşünceleri yakalayıp olumluları kullanmayı, olayları gerçekçi zeminde değerlendirip felaketleştirmeyiı bırakmayı hedeflemektedir.
Düşüncesel yeniden yapılandırmada, kişi bu olayları nasıl tanımlandığı ve yorumlandığının geçerli olup olmadığını değerlendirir.
Endişe ile karşı karşıya gelmede, bunlarla savaşmak ya da kaçmak yerine; kabul ederek alışkanlık sürecine girip senaryoların gerçekleşme durumunun yersiz olduğunu görerek kaygıyı düşürmek amaçlanır. Burada en düşük kaygı doğurandan en çok olana doğru gidilir.
KAYNAKÇA:
FİZİKSEL HASTALIK KRİZLERİNİN PSİKOLOJİK ETKİLERİ Bu yazıda fiziksel hastalık tanısı…
“Geçmişimin bana neler hazırladığını bilmiyorum” (Abdülhak…
Bu yazı size takıntı (obsesif-kompulsif…